SHABIN SÜNNETE İTTİBÂDA GÖSTERDİĞİ HASSASİYET
Kur�ân-ı Kerim nasıl Efendimiz�in risaleti ve sunduğu mesaj mevzûunda hassasiyet gösteriyor sahâbe-i kirâm da aynı şekilde O�ndan gelen her şeyi kemâl-i hassasiyetle kabulleniyor korumaya alıyor ve neşrediyorlardı. Ne Efendimiz�in (sav) getirdiği esâsâta muhalif bir şey ortaya koymayı düşünüyor ne de O�na muhalif bir beyanda bulunmayı akıllarının köşesinden geçiriyorlardı. Kur�ân-ı Kerîm�in tabiriyle O�ndan gelen her şeyi �içiyor� gibi alıyor ve belliyorlardı. Evet onların ruhuna hakikat sevgisi hakikatin yeryüzündeki tek temsilcisi Hz. Muhammed (sav) sevgisi içirilmişti. Dolayısıyla sünnet mevzuunda çok titizdiler. Nasıl titiz olmasınlar ki Kur�ân-ı Kerim meseleyi bir iman mevzuu olarak ele alıyor ve: �Hayır hayır; Rabbine andolsun ki aralarında anlaşmazlığa bâdî mes�elelerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan ve tam bir teslimiyetle sana teslim olmadan iman etmiş olmazlar.� (Nisâ/4:65) buyuruyordu.
Bir gün Hz. Ömer (r.a.) el parmaklarının diyeti mevzuunda içtihadda bulunmuştu. Sahâbeden biri ona itiraz edip: �Ey Mü�minlerin Emîri! Ben Resûl-i Ekrem�den (sav) duydum buyurdular ki: Bir elin beş parmağı iki elin on parmağı el için kararlaştırılan diyet ne ise onu eşit olarak bölüşürler. İki el tam bir diyet bir el de onun yarısıysa tek tek her parmağa on deve düşer.� Hz. Ömer beyninden vurulmuşa döndü ve: �Ey Hattaboğlu! Resûl-i Ekrem�in eserinin olduğu yerde sen nasıl içtihad edersin?� dedi. Evet sünnet sünnet insanında kendisini bütün ağırlıyla hissettiriyordu.
Sahâbenin fakirlerinden Abdullah İbn Sa�dî naklediyor: �Hz. Ömer ganimetlerden bana bir pay ayırdı. Ben: �Ey Emîre�l-Mü�minin beni bu mevzûda zorlama.� dedim. Bana dedi ki: �Vallahi ben de senin gibiydim. Bir defasında Allah Resûlü (sav) bana bir şey vermek istediğinde istiğnâ gösterdim. Buyurdular ki: �Al bunu mal edin kendine istersen tasadduk edersin. Sen istemeden beklemeden dileyip dilenmeden sana bu dünya malından gelirse al bunda beis yoktur�. Ben sana Resûlüllah�ın sözünü tekrar ediyorum. O'nun hakkımızda bu mevzuda verdiği hüküm budur.�
Hz. Ali (r.a.) Meysere İbn Yakub�un rivâyetine göre Kûfe�deyken bir defasında ayakta su içti. Meysere: �Ayakta su mu içiyorsun?� diye sorunca da şu cevabı verdi: �Ayakta içmişsem Resûlullah�ı (sav) ayakta içerken gördüğümdendir; otururken içersem Resûlüllah�ın oturarak içtiğini gördüğümdendir.�
Ebû Ubeyde (r.a.) başkumandanken Amvâs�ta İslâm ordusuna veba musallat oldu. Hz. Ömer Amvâs�a kadar gelmiş ve vefakâr dostu Ebû Ubeyde�yi ziyaret etmek istemiş ama salgın vebadan dolayı Amvâs�a girmesi uygun görülmemişti. Görülmemişti ama askerlerini ve hele Ebû Ubeyde�yi görmeden oradan ayrılmayı hazmedemiyordu. O bu düşünceler içindeyken Abdurrahman İbn Avf geldi ve: �Yâ Emîre�l-Mü�minîn ben Resûlullah�tan şunu işittim buyurdular ki: �Bir yerde vebâ çıktığını duyarsanız oraya adımınızı atmayın; bulunduğunuz yerde vebâ başgösterirse o zaman oradan çıkmayın.� Hz. Ömer Efendimiz (r.a.) sünnet hatırına vefakâr dostunu göremeyerek içi yana yana bulunduğu yerden geri döndü.